Özel gün kutlamalarının ve takipçilerle marka arasında duygusal bir bağ oluşturmanın önemini önceki yazılarımızda açıklamıştık. (Burada konuyla ilgili olan bir diğer bültenimizin bağlantısı eklenebilir. https://l24.im/9OXuD ) Ancak bu defa durum daha farklı. Millî duygular ve ulusal sevgi olaya dahil olunca işin rengi biraz daha değişiyor. Peki nasıl? Çünkü içeriklerde sadakatin, politik tercihin ve yaşam tarzının direkt bir yansıması yer alıyor. Hatta yüksek dozda. Bu yüksek doz zehirli diyebilir miyiz? Bizce hayır! En azından marka tarafı için.
McMellon ve Long’un 2006 yılında yayınladıkları “Sempati, Yurtseverlik ve Sinizm” başlıklı çalışmalarında belirttikleri üzere, millî duyguları çekicilik unsuru olarak kullanan reklamlarda, yaşanılan ülkeye duyulan gurur ön plana çıkartılırken vatansever duygulara sahip bireyler ve gruplar övülmekte. Bu da demek oluyor ki hedef kitlede duygusal çekicilik yoluyla bir bağ kurmak için en güzel yol bu içerikler. Ancak konuya böylesine rasyonel bir yaklaşım geliştirilmesi de pek tabii tehlikeli. Yukarıda bahsettiğimiz çalışmada değinilen diğer konu da tam olarak bu. Söz konusu içerikler; tüketiciler tarafından, “finansal kazanç sağlamak için millî duyguları sömürmek” ya da “vatanseverliği istismar etmek” şeklinde algılanırsa çekicilikten ziyade olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir.
Velhasılıkelam millî yönü ağır basan içerikleri üretirken kaleme alan kişinin yani üreticinin de kendisini tüketici yerine koyup millî duygularına kulak vermesi bu işin anahtarı…